25 Ağustos 2009 Salı

İntiharın Dayanılmaz Hafifliği

Gençti. Dalyan gibi değildi. Hafif topluydu. Sessiz sakindi. Pek öyle konuşmazdı. Sınıfın en arka sırasında otururdu. Teneffüslerde sigara içmeye dışarı çıktığında bile kulağında kulaklıkları olurdu.Selam verene selam verirdi. Onun haricinde sessiz ve sakin yaşardı.

Çok fazla da gülmezdi. Somurtkandı bile denilebilirdi. Çok nadir telefonla konuşurken gülerdi. Her kapatışında da “Hatun milleti değil mi hem ilaç hem zehir” derdi. Kimseye ne derdini anlattığı görülmüştü,ne de bir sıkıntısını paylaştığı… Yalnız sigarasının dumanından okunurdu efkarının karanlık satırları. Vardı bir sıkıntısı ama anlatmazdı.Hiç bir zaman da anlatmadı…

Kafede,barda da göremezdiniz onu. Okuldan çıktı mı eve,evden çıktı mı okula. Bir kere rastladım Bahçeli’de,nereye dedim,işim var dedi. Belli ki yalnızlığı yanında yürüyordu…

Bir gün gülerek girdi sınıfa. Her gördüğüne selam verdi,espriler yaptı. Geldi yanıma oturdu. Hayırdır sen hiç bu kadar gülmezsin,milli piyangoda büyük ikramiyeyi mi tutturdun dedim,hayat dedi,ne yapacağı,insana ne gibi bir yol göstereceği bilinmiyor dedi… O gün çok garipti. O çöl gibi suratında şimdi gül bahçeleri vardı. Onu biz hep somurtkan tanımıştık. Soğuk ve kasvetli bir dağ gibiydi. Ama bugün bir sahil gibiydi,sıcak kumlarıyla…

……
Ertesi gün gelmedi derse. Uyumuştur dedik. Bir gün daha geçti. Yine gelmedi… Kimse hakkında bir şey bilmediği için memleketine gitmiştir dedi. Kimse haber almadı. 1hafta sonra geldi haberi… Arkasında bıraktığı bir kaç satır ile…

“Aşka dediler şerbettir,Bulunca doyasıya iç… Halbuki o bir zehirmiş,ilacı olmayan…”

~Alıntıdır~

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder